Bir falcı kadın beni çağırıyor, ben Kordonboyu’nda denizi seyrediyorum. Çocukken, kokudan burnumu tıkayarak geçtiğim bu sahil boyunca, şimdi iyot kokusunun eşlik ettiği masmavi bir deniz uzanıyor. İzmir, bu kanalizasyon kokusuna ve çamur rengine öylesine boyun eğmişti ki, bugünlerin geleceğine dair hiçkimsenin inancı yoktu.

Burası benim doğduğum kent. O yüzden, nefesimi tutup bütün güzelliklerini bir çırpıda sayabilirim; imbatı, iyot kokusunu, Kordonboyu’nu, faytonları, kızları, çipurayı, bulvar kahvelerini, Kemeraltı’nı, boyozu, Kültürpar k’ı, çöp şişi, kozmopolitliği , Karşıyaka’yı, görmüş geçirmiş semtleri, palmiyeleri, Pasaport’u, vapurları… “Sevinç’te indirir misiniz?” izmir’de dolmuşa binen her yolcu, bu cümleyi defalarca duymuş ya da mutlaka kendisinin de söylemesi gereken bir gün gelmiştir. Bir pastane düşünün ki, izmir’in en canlı duraklarından birine ismini versin… Bir pastane düşünün ki, İzmir’in ilk çikolatası, ilk kestane şekeri burada yapılsın… Sevinç Pastanesi, tam 38 yıldır aynı yerde. Burnumu, kiloyla satılan çikolataların olduğu vitrine dayayıp, üç tane beyaz çikolatanın fiyatını sorduğum günleri hatırlıyorum . Şık hanımların, beylerin, İzmir’in kalburüstü tabakasının uğrak yeriydi burası. Tıpkı bugünkü gibi, kaldırımdaki masalarda ya da pencere kenarında oturulur, gelip geçen seyredilirdi. O zamanlar kasada, burayı dişiyle tırnağıyla yaratan Kenan Amca vardı. Kenan Pelit… Türkiye’nin birçok yerindeki ünlü pastanelerin sahipleri gibi o da Karadenizli ve tabii ki Çamlıhemşinli. Daha Türkiye’de pastacılık yokken, dedeleri Rusya’da öğrenmiş bu zanaatı. Sonra babasının pastane zincirleri olduğunu anlatmışlar ona, gururla. Ardından da Bolşevik İhtilali’nde, her şeylerini kaybettiklerini… Sevinç Pastanesi’ni açınca, babasını davet etmiş, “Babam pastaneme şöyle bir göz attı ve şimdi Rusyadaki mağazalara biraz benzedi” dedi. “Biraz mı?” diye sordum, “Güzel olmasına güzel de burası büyüklükte Rusya’ dakilerin yanına bile yaklaşamaz” diye karşılık verdi. Kenan Bey belki babasının anılarındaki pastanenin aynısını yaratamamış ama üç oğlu ve iki kızıyla saygın bir aile şirketi kurmuş. Çocukları doktor, mimar, gıda mühendisi olmuş ama hiçbirinin gözü pastaneden başka bir şey görmüyor. Kenan Bey, artık buraya ara sıra uğruyor, her zamanki yerine oturup çayını içiyor ve onları seyrediyor. Bir de pastanenin penceresinden yolcularını Sevinç’te indiren dolmuşları… Dayanılmaz İzmir sıcaklarında gece bir nefes alabilmek umuduyla, İzmirliler ya Kültürpark’a ya da açık hava sinemalarına giderlerdi. O zamanlar, en lüks semtlerde bile her adımda bir sinema vardı. Klimalar , televizyonlar ve yerlerine yapılan apartmanlar bu geleneği bozdu.
0 Comments